Cebri İcra Kanunu Taslağı Çerçevesinde Payları Haczedilen Hakim Teşebbüsün Şirketler Topluluğu Hukukundan Doğan Sorumluluğu Sona Erer mi?


Gürel M., Bektaş İ.

Türk, Alman ve Avrupa Birliği Sorumluluk Hukuku Uluslararası Sempozyumu, Ankara, Türkiye, 17 Ekim 2025, ss.33-35, (Özet Bildiri)

  • Yayın Türü: Bildiri / Özet Bildiri
  • Basıldığı Şehir: Ankara
  • Basıldığı Ülke: Türkiye
  • Sayfa Sayıları: ss.33-35
  • Ankara Üniversitesi Adresli: Evet

Özet

2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun (İİK) yerini almak üzere hazırlanan “Cebrî İcra Kanunu Taslağı” şirket paylarının haczi konusunda önemli yenilikler öngörmektedir. Taslak, bir sermaye şirketinde payı haczedilen ortağın o paydan doğan mali hakları yanında ve idarî haklarının da kısıtlanacağını düzenlemektedir. Taslağın 193. maddesine göre “payın hacziyle birlikte bu paydan doğan kâr, rüçhan hakkı, tali yükümlerden doğan ücret ve şirket tasfiye hâline girerse tasfiye payı hakkı gibi mali nitelikteki hakların hisse haczinin kapsamına girdiği ve genel kurula katılma, oy hakkı gibi kişisel hakların da kısıtlandığı” haciz tutanağına yazılmalıdır. Ayrıca icra dairesince, borçlu ortağa ait mali ve kişisel hakların kullanılması için bir kayyım atanabileceği düzenlenmiştir.

Yeni düzenleme, İcra ve İflas Kanunu döneminde Türk öğretisinde kabul edilen hâkim görüşten ve yargı içtihatlarından ayrılmaktadır. Payın haczi ile birlikte “genel kurula katılma, oy hakkı gibi kişisel hakların” da kısıtlanacağını öngören bu düzenleme, içerdiği belirsizlikler yanında, mülkiyet hakkının kısıtlanması için uyulması gereken meşru amaç ve ölçülülük ilkeleri karşısında eleştiriye açıktır. İdarî hakların kullanımının tamamen kısıtlanması ve bunu takiben hakların kullanımı için kayyım atanması gibi katı çözümler, şirketlerin olağan işleyişini aksatabilecek ve korumayı amaçladığı menfaatlerden daha büyük sorunlara yol açabilecek niteliktedir. Mehaz hukukta da bu şekilde genel bir kısıtlama yaklaşımı bulunmamakta, payın haczinin kural olarak borçlu ortağın idarî haklarını kullanmasını engellemeyeceği kabul edilmektedir.

Belirtmek gerekir ki, mevcut İİK düzeninde de alacaklı, borçlunun hacizli paylar üzerinde alacaklıyı zarara uğratabilecek idarî tasarruflarına karşı korumasız değildir. Zira borçlunun hacizli malın değerini azaltacak işlemleri geçersiz sayılmakta, bu tasarruflar hakkında iptal ve butlan yaptırımları yanında cezai sorumluluk da öngörülmektedir (İİK m. 86, 277 vd., 331). Dolayısıyla, tasarrufu bu nitelikte olmadıkça, borçlu ortağın idarî haklarını kullanmasına bir engel bulunmamaktadır. Taslak düzenlemede ise borçlunun idarî haklarını alacaklıya zarar verecek şekilde kullanacağı varsayılarak, bu haklar baştan itibaren kısıtlamaktadır.

Kısıtlanan idari haklar arasında yer alan oy hakları, şirketler topluluğu açısından da özel bir önemi haizdir. Zira TTK m. 195.1.a uyarınca bir ticaret şirketi, diğer bir şirketin oy haklarının çoğunluğuna sahipse, iki şirket arasında hakimiyet ilişkisi (hakim ve bağlı şirket) kurulmaktadır. Oy hakkının yüzdesi ise, TTK m. 196.2 uyarınca hukuken “kullanılabilen oy haklarına” göre hesap edilmektedir. Taslak düzenleme, payın haczi ile birlikte oy haklarının kısıtlandığını kabul ettiğine göre, burada şirketler hukuku terminolojisi ile oy haklarında bir “donma” söz konusu olacak ve bu paylardan doğan oylar, ortağın sahip olduğu oy haklarının yüzdesine dahil edilmeyecektir. Böylece ortak, pay haczinden önce sahip olduğu hakimiyeti kaybedebilecek ve buna bağlı olarak şirketler hukukundan doğan sorumluluğu da sona erecektir. Donan oyların hesaplama dışı bırakılması, şartları varsa hakimiyetin başka bir teşebbüse geçmesine de neden olabilecektir.

Taslak düzenlemede öngörülen bir diğer yenilik, haczedilen paylardan doğan mali ve idari hakların kullanılması için icra dairesince bir kayyım atanabilecek olmasıdır. Hükmün lafzı, atamanın takdire bağlı olduğunu göstermektedir. Kayyım atanması durumunda, bunun hakim teşebbüsün sorumluluğuna olası etkisi de incelenmeye değerdir. Kanaatimizce kayyım, şirket paylarının kendi ekonomik menfaati için yönetmediğinden şirketler topluluğu anlamında bir teşebbüs sayılmayacaktır. Aynı şekilde kayyımın talimatları, payları haczedilen kişiye izafe edilemeyeceğinden, payları haczedilen kişinin şirketler topluluğundan doğan sorumluluğu da olmayacaktır.

Sonuç olarak tebliğde, idari hakların toplu şekilde kısıtlanmasının uygun bir çözüm olmadığına; ayrıca oy hakkı özelinde konu incelendiğinde, hacizli paylardan doğan oy hakkının kısıtlanmasının şirketler topluluğu hukuku açısından da önemli sonuçlar doğurabileceğine dikkat çekilmiştir.

2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun (İİK) yerini almak üzere hazırlanan “Cebrî İcra Kanunu Taslağı” şirket paylarının haczi konusunda önemli yenilikler öngörmektedir. Taslak, bir sermaye şirketinde payı haczedilen ortağın o paydan doğan mali hakları yanında ve idarî haklarının da kısıtlanacağını düzenlemektedir. Taslağın 193. maddesine göre “payın hacziyle birlikte bu paydan doğan kâr, rüçhan hakkı, tali yükümlerden doğan ücret ve şirket tasfiye hâline girerse tasfiye payı hakkı gibi mali nitelikteki hakların hisse haczinin kapsamına girdiği ve genel kurula katılma, oy hakkı gibi kişisel hakların da kısıtlandığı” haciz tutanağına yazılmalıdır. Ayrıca icra dairesince, borçlu ortağa ait mali ve kişisel hakların kullanılması için bir kayyım atanabileceği düzenlenmiştir.

Yeni düzenleme, İcra ve İflas Kanunu döneminde Türk öğretisinde kabul edilen hâkim görüşten ve yargı içtihatlarından ayrılmaktadır. Payın haczi ile birlikte “genel kurula katılma, oy hakkı gibi kişisel hakların” da kısıtlanacağını öngören bu düzenleme, içerdiği belirsizlikler yanında, mülkiyet hakkının kısıtlanması için uyulması gereken meşru amaç ve ölçülülük ilkeleri karşısında eleştiriye açıktır. İdarî hakların kullanımının tamamen kısıtlanması ve bunu takiben hakların kullanımı için kayyım atanması gibi katı çözümler, şirketlerin olağan işleyişini aksatabilecek ve korumayı amaçladığı menfaatlerden daha büyük sorunlara yol açabilecek niteliktedir. Mehaz hukukta da bu şekilde genel bir kısıtlama yaklaşımı bulunmamakta, payın haczinin kural olarak borçlu ortağın idarî haklarını kullanmasını engellemeyeceği kabul edilmektedir.

Belirtmek gerekir ki, mevcut İİK düzeninde de alacaklı, borçlunun hacizli paylar üzerinde alacaklıyı zarara uğratabilecek idarî tasarruflarına karşı korumasız değildir. Zira borçlunun hacizli malın değerini azaltacak işlemleri geçersiz sayılmakta, bu tasarruflar hakkında iptal ve butlan yaptırımları yanında cezai sorumluluk da öngörülmektedir (İİK m. 86, 277 vd., 331). Dolayısıyla, tasarrufu bu nitelikte olmadıkça, borçlu ortağın idarî haklarını kullanmasına bir engel bulunmamaktadır. Taslak düzenlemede ise borçlunun idarî haklarını alacaklıya zarar verecek şekilde kullanacağı varsayılarak, bu haklar baştan itibaren kısıtlamaktadır.

Kısıtlanan idari haklar arasında yer alan oy hakları, şirketler topluluğu açısından da özel bir önemi haizdir. Zira TTK m. 195.1.a uyarınca bir ticaret şirketi, diğer bir şirketin oy haklarının çoğunluğuna sahipse, iki şirket arasında hakimiyet ilişkisi (hakim ve bağlı şirket) kurulmaktadır. Oy hakkının yüzdesi ise, TTK m. 196.2 uyarınca hukuken “kullanılabilen oy haklarına” göre hesap edilmektedir. Taslak düzenleme, payın haczi ile birlikte oy haklarının kısıtlandığını kabul ettiğine göre, burada şirketler hukuku terminolojisi ile oy haklarında bir “donma” söz konusu olacak ve bu paylardan doğan oylar, ortağın sahip olduğu oy haklarının yüzdesine dahil edilmeyecektir. Böylece ortak, pay haczinden önce sahip olduğu hakimiyeti kaybedebilecek ve buna bağlı olarak şirketler hukukundan doğan sorumluluğu da sona erecektir. Donan oyların hesaplama dışı bırakılması, şartları varsa hakimiyetin başka bir teşebbüse geçmesine de neden olabilecektir.

Taslak düzenlemede öngörülen bir diğer yenilik, haczedilen paylardan doğan mali ve idari hakların kullanılması için icra dairesince bir kayyım atanabilecek olmasıdır. Hükmün lafzı, atamanın takdire bağlı olduğunu göstermektedir. Kayyım atanması durumunda, bunun hakim teşebbüsün sorumluluğuna olası etkisi de incelenmeye değerdir. Kanaatimizce kayyım, şirket paylarının kendi ekonomik menfaati için yönetmediğinden şirketler topluluğu anlamında bir teşebbüs sayılmayacaktır. Aynı şekilde kayyımın talimatları, payları haczedilen kişiye izafe edilemeyeceğinden, payları haczedilen kişinin şirketler topluluğundan doğan sorumluluğu da olmayacaktır.

Sonuç olarak tebliğde, idari hakların toplu şekilde kısıtlanmasının uygun bir çözüm olmadığına; ayrıca oy hakkı özelinde konu incelendiğinde, hacizli paylardan doğan oy hakkının kısıtlanmasının şirketler topluluğu hukuku açısından da önemli sonuçlar doğurabileceğine dikkat çekilmiştir.