Eğitim Bilim Toplum Dergisi , vol.19, no.76, pp.43-77, 2021 (Peer-Reviewed Journal)
1990’lardan bu yana kimlik siyasetinin, liberalizmin ve siyasal İslamcılığın etkisiyle oluşan
Post-Kemalist düşünsel üretim, tek parti dönemi eğitim uygulamalarını devlet toplum ilişkisi
bağlamında tek yönlü bir endoktrinasyon ilişkisi olarak tarif etmiştir. Bu yazıda sözü edilen
Post-Kemalist paradigma çerçevesinde dönemin en önemli eğitim kurumlarından olan köy
enstitülerine yönelik tespitler/eleştiriler odağa alınmaktadır. Bu paradigmanın enstitülere yönelik
tespitlerinde dört temel vurgu dikkati çekmektedir: “(1) Enstitüler, rejimin endoktrinasyon
aracıdır; (2) enstitüler, merkezin çevreye yönelik devşirme ve baskı aracıdır; (3) enstitüler,
asimilasyoncu kurumlardır; (4) enstitüler, faşizan ve cinsiyetçi kurumlardır”.
Birçok metinde ifade edilen bu tespitler birkaç açıdan sorunludur. En önemli sorunlardan
biri devletin/siyasi iktidarın okulları pedagojik aygıt olarak kullanma girişimini sanki sadece
Türkiye’de yaşanmış ve özellikle de Cumhuriyet’in erken dönemine özgü bir olgu gibi
sunulmasıdır. Bir başka sorun ise devletin/rejimin niteliği ile herhangi bir eğitim kurumu
arasında dolaysız bir ilişki kurulmasıdır. Zira bu ilişkiye atfen eğitim kurumunun mekanik bir
anlayışla “devletin endoktrinasyon aparatı” olarak nitelendirilmesi, devlet ve okullar arasındaki
ilişkinin basitleştirilmiş ve aşırı determinist bir şekilde kavrandığı anlamına gelmektedir. Bir
başka sorun da enstitülerin asimilasyon söylemi çerçevesinde sadece Kürt nüfusa veya Türk
olmayan nüfusa yönelik açılmış gibi anlatılmasıdır. Oysa biliyoruz ki enstitüler tüm yurda
dengeli bir biçimde dağılmıştır. Son ve en şaşırtıcı iddialardan biri de enstitülerin, toplumsal
cinsiyet açısından ayrımcı bir eğitim kurumu olduğudur. Bu araştırmacıların temel yanılgısı geçmişteki olguları tarihselliğinden koparılmış bir biçimde, son dönemde özellikle feminist
hareketin dünya genelinde yaygınlaşması sonucunda gelişen toplumsal cinsiyet bilincinin
merceğiyle değerlendirmeleridir.