Yaratmanın mahiyetine dair ileri sürülen pek çok teorinin temel amacı, Tanrı-evren arasındaki ilişkiyi açıklamaya yöneliktir. Aristoteles (öl. M.Ö. 322) ile birlikte geliştirilen kozmolojinin Batlamyus (öl. 168) tarafından yapılan ilavelere dayanan modele göre, Tanrı ile evren arasındaki ilişki, yaratmaya dayalı değil, bilakis Tanrı’nın evrene sınırlı bir etkisiyledir. Plotinus (öl. 270) ile birlikte bu kez, her şeyin Tanrı’dan sudûr (emanation) ettiğine dair, eski referansları dikkate alsa da temelde radikal bir biçimde ondan ayrışan yeni bir modele geçilmiştir. Oluşun (yaratmanın) sudûr şeklinde Bir’den taşması sonucu meydana geldiğini savunan Plotinus en başından beri bilinen kozmolojinin sınırları içerisinde kalarak varlıkların oluşunun da, zorunlu olarak Birden çıktığını düşündü. Plotinus teorisini, Tanrı veya Bir’den sudûr eden ve akıl olarak adlandırdığı kategorileri, Aristoteles ve Batlamyus kozmolojileri ile de birleştirerek, her birinin Ay üstü âlemde bir küreye (sphere) tekabül ettiği var sayımına dayandırdı. Fārābī’nin (öl. 339/950) bir taraftan sudûr nazariyesini metafiziğinin en önemli bileşenlerinden biri yapmışken, diğer taraftan kozmik düzenin zirvesinde bulunan el-Evveli, Plotinus’un Bir’i (tō hen) veya Proklos (öl. 485)’un İlk’inin (tō proton) aksine, varlığın ve düşüncenin ötesinde tasarlaması, teorinin gelişimi açısından son derece önemlidir. Onun düşüncesinde bir taraftan, el-Evvelden ikinciye doğru ve böylece on birinci akla kadar devam eden sudûr gerçekleşirken, diğer taraftan on birinciden onuncuya doğru ve böylece İlk’e kadar devam eden bir akletme süreci gerçekleşmektedir. Bu çift kutuplu anlayışta sudûr süreci aşağıya doğru iken, akletme süreci yukarıya doğru gerçekleşmektedir. Her ne kadar Fārābī el-Medīnetu’l-Fāḍile’de açıkça dile getirmese de ikinci varlığın İlk’ten sudûr etmesi Tanrı’nın kendi zâtını akletmesi ile aynı anda, ezelî bir formda ve zorunlu olarak vuku bulmaktadır. Öte yandan Fārābī’nin sudûr teorisi, Plotinus tarafından ortaya konan Bir, Akıl ve Nefs’ten oluşan üç hipostaz anlayışından ayrışmaktadır. İslam felsefe geleneğinin Fārābī sonrasında İsmailî bir düşünür olan Ebū Yaʻḳūb es-Sicistānī (öl. 393/1003) bir taraftan -makalede bu etkinin Fārābī kanalıyla olduğu varsayılarak- Yeni Eflatuncu fikirlerin bazı unsurlarına sahip olurken, diğer taraftan Kur’an kaynaklı yaratma fikrinin de göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünmüştür. Birin aşkınlığı ve hiyerarşiye dayalı fikirleri İslam öğretisiyle oldukça uyumlu bir görüntü arz ederken, onun sudûr sistemi ayrıca, İsmailî teolojinin şiddetle reddettiği, tabiat ve yaratılanlarda Tanrı’nın bir tür katılımını daima kabul etmiştir. Bu nedenle, Sicistānī özü itibariyle Plotinus’un üç hipostazını muhafaza eden, Tanrı’yı gerçekliğin dışında konumlandıran ve böylece onu sadece yaratma işlevi ile sınırlayan bir sudûr anlayışı ortaya koymaktadır. Hamīdu’d-Dīn el-Kirmānī’nin (öl. 411/1020) sistemi ise genel olarak sudûrcu olmakla birlikte, ilk varlığın (Küllî Akl) ortaya çıkışında Fārābī’den farklılaşır. Buna göre Küllî Akıl Tanrı tarafından yoktan (ibdāʿ) yaratılmıştır. Bu noktada İsmailî seleflerine bağlı kalmayı tercih eder. Bunun dışında Kirmānī terminolojik bakımdan Fārābī’den farklı kavramlar kullanmış olsa da onun sudûr sistemine bağlı kalır. Bu makale, sudûr teorisinin Plotinusçu formülasyonunun Fārābī yorumu üzerinden İsmailî bir düşünür olan Kirmānī ile paralellikler ve ayrımlar bakımından bir karşılaştırma yapmayı amaçlamaktadır.
The main purpose of many theories about the nature of creation is to explain the relationship between God and the universe. According to the model of cosmology developed with Aristotle (d. 322 BC), based on the additions made by Ptolemy (d. 168), the relationship between God and the universe is not based on creation, but rather a limited influence of God on the universe. With Plotinus, a new model was introduced that all things emanated from God, which radically diverged from old references, even though it takes them into account. Arguing that creation occurred as a result of overflowing from the One in the form of emanation, Plotinus (d. 270) thought that the existence of beings necessarily came out of the One, staying within the boundaries of cosmology known from the very beginning. Plotinus based his theory on the assumption that each categories called intellects that emanated from God or the One corresponds to a sphere in the superlunar realm, by combining them with the cosmologies of Aristotle and Ptolemy. Al-Fārābī’s (d. 339/950) theory of emanation, one of the essential components of his metaphysics, his design of the One, which was at the peak of the cosmic order, beyond existence and thought, unlike the One of Plotinus (tō hen) or the First of Proclus (d. 485) (tō proton), is extremely important for the development of the theory. In his thought, while the emanation from the First to the second and thus to the eleventh intellects occurs, a reasoning process takes place from the eleventh to the tenth and thus to the First on the other hand. In this bipolar understanding, while the emanation process is downward, the reasoning process is upwards. Although al-Fārābī does not explicitly state it in his work, al-Madīna al-fāḍilah, the emanation of the second being from the First takes place simultaneously, in an eternal form, and necessarily with God’s thinking of his own essence. On the other hand, al-Fārābī’s theory of emanation differs from the three hypostases of the One, Intellect, and Soul put forward by Plotinus. Among the Islamic sects, especially Ismāʿīlism, stands out with its distinctive views of being, a synthesis of Neoplatonist emanation and Islamic creation ex nihilo. For example, Abū Yaʻqūb al-Sijistānī (d. 393/1003), as an Ismāʿīlī thinker in the post-Fārābī tradition of Islamic philosophy, adopted some elements of Neoplatonic ideas, on the one hand; and he thought that the view of creation originating from the Qur’an should not be ignored, on the other. While his ideas based on the One’s transcendence and hierarchy appear quite compatible with Islamic teaching, his emanation system has also always accepted some form of God’s involvement in nature and creation, which Ismāʿīlī theology vehemently rejects. Therefore, al-Sijistānī presents an understanding of emanation that essentially preserves the three hypostases of Plotinus, positions God outside of reality, and thus restricts him only to the function of creation. Another Ismāʿīlī thinker Ḥamīd al-Dīn al-Kirmānī’s (d. 411/1020) system, on the other hand, is generally emanationist, and yet differs from al-Fārābī’s in the emergence of the first being (the Universal Intellect). Accordingly, the Universal Intellect was created by God out of nothing (ibdāʿ). At this point, he prefers to adhere to his Ismāʿīlī predecessors. Apart from this, al-Kirmānī adheres to Fārābī’s system of emanation even though he uses terminologically different concepts from al-Fārābī. This article aims to compare the Fārābīan interpretation of the Plotinian formulation of the emanation theory with that of al-Kirmānī, in terms of its parallels and distinctions.