Alman Federal Anayasa Mahkemesinin İleri Etki Doktrininin Gelecek Kuşakların Haklarının Korunmasına Etkisi ve Türkiye İçin Öneriler


Altun K.

Hukukun Güncel Sorunları Sempozyumu - III, Ankara, Türkiye, 8 - 09 Kasım 2022, ss.128-130

  • Yayın Türü: Bildiri / Özet Bildiri
  • Basıldığı Şehir: Ankara
  • Basıldığı Ülke: Türkiye
  • Sayfa Sayıları: ss.128-130
  • Ankara Üniversitesi Adresli: Evet

Özet

Bu çalışmada ele alınacak temel sorun Alman Federal Anayasa Mahkemesinin 2021 tarihli bir kararında geliştirdiği ileri etki doktrininin, gelecek kuşakların haklarının korunmasına olan etkisidir. Bu çerçevede ilk olarak ileri etki doktrini tanımlanacak ve hakların korunması ve sınırlanmasındaki etkisi ortaya koyulacaktır. Daha sonra ileri etki doktrininin iklim değişikliği ve gelecek kuşakların haklarının korunmasındaki yeri ele alınacak ve sonuç olarak da bu doktrin çerçevesinde Türkiye için çözüm önerileri getirilecektir. 

Alman Federal Anayasa Mahkemesinin 2021 tarihli bir kararı çevre hakkının korunmasında mahkemelerin etkili rol oynadığı örneklerden biri olmasıyla öne çıkmaktadır. Bu karara konu başvurular, 2019 tarihli Federal İklim Değişikliği Yasası’nın belirli maddelerini hedef almakta ve yasanın sera gazı emisyonunu azaltmak için öngördüğü tedbirlerin yeterli olmadığını ileri sürmektedir. 

Bu yasanın amacı, iklim krizinin küresel etkilerine karşı Avrupa standartlarının karşılanacağı ve ulusal standartların belirleneceği bir koruma sağlamaktır. Bu yasayla, Paris anlaşmasında iklim krizinin etkilerini en aza indirmek adına öngörülen, küresel ısınmanın 2 C derecenin altında ve tercihen sanayi öncesi seviyelerin 1.5 C derece üzerinde kalması hedefi dikkate alınmaktadır. 

Karara konu başvuru, yasayla öngörülen karbondioksit salınımı azaltımının, 1.5 C derece ısınma limitinin altında kalınması bakımından yeterli olmayacağını ileri sürmektedir. Bu çerçevede başvurucular, yasama organının küresel ısınmanın önüne geçmek ve sera gazı emisyonlarını azaltmak için yeterli önlem almayarak, insan onuruna yaraşır bir gelecek ve ekolojik asgari yaşam standardına sahip olma temel haklarını ihlal ettiği iddiasındadır. 

Temel hakların ihlali iddiasıyla Mahkeme önüne getirilen maddelerden bu çalışma bakımından önem taşıyan hüküm, iklim eylem planlarına yasal dayanak oluşturmaktadır. Bu eylem planları sera gazı emisyonlarının kademeli bir şekilde azaltılmasını düzenlemekte ve yıllara göre kota belirlemektedir. Buna göre azaltım,1990 yılına göre hesaplanmak üzere, 2020’ye kadar en az %40, 2030 yılına kadar %55’e, 2040 yılına kadar %70’e ulaşmalı, 2050’ye kadar ise sera gazı emisyonu dengesine ulaşılmalıdır. Yıllık izin verilen emisyon oranları da bu doğrultuda azalmaktadır. 

Alman Federal Anayasa Mahkemesinin söz konusu başvuruya ilişkin kararı küresel ölçekte çevresel davalarda yol gösterici bir örnek olmasının yanı sıra, Alman Anayasa Hukukuna yaptığı ilerici katkılarla da çok önemli bir noktada durmaktadır. Mahkemenin yaklaşımında özellikle uluslararası hukuka anayasal etki tanınması ve iklim krizine ilişkin düzenlemelerin bu çerçevede denetime tabi tutulması göze çarpmaktadır. Mahkemenin bu kararının en önemli yönlerinden biri de iklim krizi bağlamında temel hakların kullanımına ilişkin geliştirdiği yorumudur. Mahkeme, bu kararında gelecek kuşakların haklarının koruyucusu rolünü üstlenmemiştir, ancak geliştirdiği öğreti, kuşaklar arası adaletin sağlanmasına yöneliktir. İlk olarak Mahkeme, iklim krizinden etkilenecek hakların listesini oldukça genişletmektedir. İkinci olarak enerji kaynaklarına erişimi koruma kapsamına almaktadır. Üçüncü olarak da hakların kullanımının gelecekteki durumunu göz önünde bulunduracak bir ileri-etki doktrini (advance interference-like effect) geliştirmektedir.

Bu kararıyla Mahkeme, anayasa hukukunda insan haklarına “müdahale” kavramının geleneksel anlayışına yeni bir yaklaşım getirmektedir. Alman Federal Anayasa Mahkemesine temel hak ve özgürlüğün ihlali iddiasıyla yapılacak bir başvuruda -Türkiye’de olduğu gibi- kişisel, doğrudan ve güncel bir hak ihlali olması şartları aranmaktadır. İleri-etki doktrini, hak ve özgürlüklere yapılan müdahalenin doğrudan ve güncel olması şartının bir istisnasını oluşturmaktadır. Bu doktrine göre bir durumun, işlemin ya da davranışın gelecekte yapacağı etki de bir müdahale olarak değerlendirilmektedir. İklim değişikliğine sebep olmanın, gelecekte dünya üzerinde meydana getireceği etki de bu bakımdan kaçınılmaz bir müdahale oluşturmaktadır. Bir diğer deyişle, Mahkeme hakların gelecekteki kullanımlarını da koruma altına almaktadır. Böylelikle gelecek kuşakların çevresel haklarını da dolaylı olarak korumaktadır.

Türkiye bakımından ise, 1982 Anayasası gelecek kuşakların haklarını düzenlememektedir. Anayasanın 56. Maddesinde güvence altına alınan sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı çevre hakkının anayasal dayanağıdır. Anayasa Mahkemesi de gelecek kuşakların haklarının korunmasının, çevrenin korunmasının bir gereği olduğunu ifade etmektedir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, gelecek kuşakların haklarını güvence altına alacak bir çerçeve çizememektedir. Çevrenin korunmasında öncü rol oynayan Anayasa Mahkemelerinin yaklaşımlarında, gelecek kuşakların haklarını koruyacak biçimde yorum yapma eğilimi gözlemlenmektedir. Alman Federal Anayasa Mahkemesi de çalışmanın konusunu oluşturan kararıyla bu eğilimi izleyen mahkemelerden biri olmuştur. Türk Anayasa Mahkemesi ise çevresel meselelerde geliştirdiği yaklaşımla bu eğilimden oldukça uzak bir noktada durmaktadır. 

Alman Federal Anayasa Mahkemesi kadar ileri gitmesi beklenmese bile, halihazırda kullanmakta olduğu araçlarla uygun bir koruma sağlaması mümkün görünmektedir. Anayasa Mahkemesinin başka meselelerde kullandığı potansiyel mağdurluk kavramı, özellikle çevresel meselelerde kişi bakımından yetkinin katılığının yaratacağı sakıncaları giderebilecek bir imkan sunmaktadır. Bununla birlikte, Mahkeme, çevre davalarında potansiyel mağdurluk kavramını da dar yorumlamakta ve kavramı uygulamaktan geri durmaktadır. Anayasa Mahkemesi, başvurucuların gelecek kuşakların haklarını da güvence altına almak üzere çevrenin korunmasına ilişkin yaptığı başvurularda kişi bakımından yetkiyi katı bir biçimde uygulamaktadır. Bireysel başvuru yolunda bir hakkının ihlal edildiği iddiasıyla başvuruda bulunan kişinin başvurusunun kabul edilebilmesi için “güncel bir hakkının”, “doğrudan” etkilenmesi ve kişinin bundan dolayı mağdur olması gerekmektedir. Bu çerçevede, bu başvurularda gelecek kuşakların mağduriyetinin günümüzde ortaya koyulamadığı gerekçe gösterilerek kabul edilemezlik kararı verilmektedir. Bununla birlikte, iklim krizinin etkileri göz önünde bulundurulduğunda veya Alman Federal Anayasa Mahkemesinin kararında olduğu gibi, günümüzde alınacak tedbirlerin yıldan yıla sıkılaştırılması söz konusu olduğunda gelecekte yaşayacak kişilerin “güncel” bir haklarının doğrudan etkileneceğine şüphe yoktur. Bu bakımdan, Türk Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda da, benzer bir hak ihlali iddiası karşısında mahkemenin “müdahale”nin zamansal sınırlarına bağlı kalmadan yorum yapması mümkün görünmektedir. 

Bu çalışmada yürütülen tartışmaların sonucunda, Türk Anayasa Mahkemesinin, gelecek kuşakların haklarının korunmasında hak temelli bir yaklaşım sergileyerek güvenceli bir koruma sağlayabilmek adına Alman Federal Anayasa Mahkemesinin benimsediği yaklaşıma benzer bir yaklaşım geliştirebilecek uygun araçlara ve anayasal dayanağa sahip olduğu savunulacaktır. 

Anahtar kelimeler: İleri Etki Doktrini, Alman Federal Anayasa Mahkemesi, Gelecek Kuşakların Hakları, Çevre Hakkı, Kuşaklararası Adalet.