Lacan ve Levinas'ta öteki ve özne


Tezin Türü: Doktora

Tezin Yürütüldüğü Kurum: Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türkiye

Tezin Onay Tarihi: 2021

Tezin Dili: Türkçe

Öğrenci: FAEZEH ABEDKOUHI

Danışman: IŞIL BAYAR BRAVO

Özet:

Bu tez temel olarak öteki ile öznenin ilişkisi üzerinedir. Bu bağlamda Lacan ve Levinas'ın seçilme nedeni her iki düşünürde de söz konusu ilişkinin sorunsallaştırılmış olmasıdır. Lacan başkalığı psikanalitik kuram bağlamında ele alarak öznenin içindeki ve dışındaki ötekiyi öne sürer; çünkü ona göre, özne ve insan kimliğinin yapısı, üzerinde hiçbir zaman tam ve istikrarlı bir tanımlamaya ve denetime sahip olunamayan, sürekli değişen bir özdeşleşme süreci olarak anlaşılmalıdır. Bu bağlamda denilebilir ki, Lacan'ın öznelliğe ve onun olumsal oluşuna ilişkin yapmış olduğu en önemli katkı, her şeyden önce bilinç-dışının bilinçli kavrayışın ötesinde olan biçimlendirici ve yıkıcı etkilerini ortaya koymaktır. Dolayısıyla Lacan, varoluşu kaçınılmaz olan ötekilik, bilinçdışı travma ve arzular bağlamında bilinçli deneyimin bölünmüş öznesindeki yoksunluk/eksiklik diyalektiği olarak tanımlar. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, Lacan'ın bölünmüş öznesinin felsefi gelenekte sunulan bölünmüş özneye karşı çıkan bir özne olarak düşünülüyor olmasıdır. Özne, bilinçli varoluşu bakımından, her ne kadar bağımsızmış gibi bir izlenim sergiliyor olsa da aslında hiçbir bakımdan özerk değildir; çünkü o, tam tersine, zaten bölünmüş bir varoluşun kaybından kaynaklanan bir travmanın, dolayısıyla bir türlü tükenmek bilmeyen bir kaygının ve doyurulamayan bir arzunun içini doldurarak sınırlarını çizdiği bir fantezidir. Bu nedenle Lacan'ı anlama çabasında özne ve öteki ilişkisini ortaya koymak önem arz etmektedir; bu bağlamda ilk bölümde Lacan'ın bölünmüş özne kavramı ile bilinçdışı ötekiliği nasıl ele aldığı ortaya konulmaya çalışılacak. Lacan'ın eksik öznesinin bilinçdışı ötekinin etrafında nasıl şekillendiğini anlamak içinse, her şeyden önce onun Freud'la olan düşünce etkileşimine bakılacaktır; çünkü bilinçdışı gibi öznenin yapılanmasında temel teşkil eden ve psikanalitik kuramın çekirdeğini oluşturan bir kavram öncelikle Freud'un bir keşfidir. Levinas'ın ise başkalık ile ilgilenmesi etik bağlamında gerçekleşir. Levinas'ın düşüncesinin odak noktasını, en temelde öznenin, içinde bulunduğu sınırlardan çıkarak olduğundan başka bir şeyin varlığının aşkın potansiyelini keşfetmek üzere harekete geçmesi oluşturur. Levinas'ın ötekini yüz yüze taşınan radikal, sonsuz başkalık olarak kavramsallaştırması onun etik deneyim kavramına verdiği anlam ve önem çerçevesinde ele alınır. Levinas'a göre bu ilişkideki yakınlık, her şeyden önce ben ve varlığın bilincinden önce gelen ötekinin değişmesi arasındaki asimetrik bir ilişkidir ve dolayısıyla insan öznelliğinin ve toplumsallığının de etik temelidir. Levinas, etik olana ilişkin koşulları, diğer insanlarla karşılaştığımız bir ben-öteki ilişkisine karşı ötekiyle şiddet içermeyen bir ilişkinin koşulları olmak bakımından düşünür ve vurgular. Buna göre, etik, ben-öteki ilişkisinin iki ayrı varlık arasındaki ilgisizlik ilişkisi şeklinde gerçekleşmesidir. Burada söz konusu olan ilişki, ben'in egoizmine ya da neyin doğru ya da yanlış olduğuna dair bilgiye sahip olamaması ya da ben'in ötekine edilgin olarak nerede açık olduğu hakkında bilgi edinemediği ilişkidir. Levinas, etiği, ilk felsefe olarak varlığa olan ilgimizden önce gelen öteki'nin çağrısına karşı bir edilgenlik biçiminde yorumlar. İnsanın ötekiyle olan etik ilişkisi, ona göre, nihayetinde kendisiyle olan varlıkbilimsel ilişkiden ya da dünya dediğimiz şeylerin bütünlüğünden önce gelir. Levinas'ın öznesi da aynı Lacan'ın öznesinde olduğu gibi, bir tür başarısızlığa mahkumdur; fakat buradaki başarısızlık, ben ile öteki arasındaki canlandıran yakınlık farkının kapatılabilmesiyle ilgili özneler-arası bir başarısızlıktır; dolayısıyla Levinas, her bir öznenin günlük yaşamında ve diğerleriyle olan ilişkilerinde kullanılmak üzere evrensel bir ötekilik etiğini canlandıran öznellikler üzerine odaklanır. Lacan'ın kuramında ise öznenin yalnızca sınırsız ötekinden gelen talepler bakımından değil, ama bizzat kendi içsel talepleri bakımından ne durumda olduğu ön plana çıkar.