Avrupa Birliği tam üyelik müzakereleri sürecinde kamusal diplomasi: Türkiye ve Polonya arasında bir karşılaştırma


Tezin Türü: Yüksek Lisans

Tezin Yürütüldüğü Kurum: Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türkiye

Tezin Onay Tarihi: 2010

Tezin Dili: Türkçe

Öğrenci: CÜNEYT FATİH YAYLACI

Danışman: FATİH KESKİN

Özet:

Uzun tarihi boyunca geleneksel diplomasi, sıkı şekilde dışarıya kapalı bir etkinlik alanı, deyim yerindeyse sadece elit bir diplomatlar sınıfına açık olan özel bir kulüp olmuştur. Dış politika kararları kapalı kapıların ardında alınmış ve ancak katılımcılar uygun görürse halka açıklanmıştır. Bununla birlikte iki dünya savaşından iletişim devrimine, küreselleşmeden demokrasinin dünya çapında yaygınlık kazanmasına değin son yüzyılda meydana gelen büyük olay ve değişimlerin birlikte oluşturduğu köklü etkiler, diplomasinin, sıradan insanın etkisine daha açık bir etkinliğe dönüşmesine hizmet etmiş ve kamuoyuna dış politikanın oluşumu ve uygulanmasında dikkate değer bir söz hakkı vermiştir. Askeri ve ekonomik güç, uluslararası ilişkilerde temel güç kaynakları olarak ayrıcalıklı konumlarını yitirmişler ve bir ülkenin politikalarının meşruluğu ile çekici bir kültüre, değerlere ve ideallere sahip olması eşit ölçüde önemli hale gelmiştir. Bu kökleri derinde olan değişimler, ulus devletleri, uyguladıkları politikaları ve eylemlerini yabancı halkların nasıl algıladığına daha fazla önem veren diplomasi stratejileri izlemeye yöneltmiş ve sonuç olarak, belirli politikalara desteklerini elde etmenin yanısıra diyalog ve karşılıklı anlayışı geliştirme, yanlış anlama ve önyargıları azaltma ve karşılıklı olarak yararlı uzun vadeli ilişkiler kurma amacıyla yabancı halklara yönelik iletişim temelli etkinliklere öncelik veren kamusal diplomasi, devletler için uluslararası ilişkiler alanında kilit önemde stratejik bir araç olarak ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede, 2004 yılında Birliğe üye olan Polonya da dâhil olmak üzere, Avrupa Birliği'ne (AB) üye olmak isteyen devletler, ülkeleri, halkları ve kültürleri ile ilgili yanlış algılamaları gidermek ve böylece AB'ye tam üyelik hedeflerine kamuoyu desteği sağlamak için, AB'ye katılımları öncesinde geniş kapsamlı kamusal diplomasi kampanyaları planlayıp uygulamaya koyma yönünde güçlü bir gereksinim duymuşlardır. AB ile 2005 yılında başlayan tam üyelik müzakerelerini hâlihazırda sürdüren Türkiye de benzer bir gereksinim duymuş ve özellikle Almanya, Fransa, Hollanda ve Avusturya gibi ülkelerin, Türkiye'nin AB üyeliğine kuşkuyla bakan kamuoylarını, kendisinin 27 üyeli Birliğe katılmasının yararlıkları konusunda ikna etmek için kamusal diplomasi etkinliklerine girişmiştir. Öncelikle, 2004 yılında Birliğe katılımının öncesinde, 2000'li yılların başında Polonya'nın AB üyesi ülkelere yönelik kamusal diplomasi kampanyalarını derinlemesine inceleyen bu çalışma daha sonra, her iki ülke de nüfuslarının büyüklükleri, ekonomik durumları ve halkları ile kültürlerine ilişkin yanlış algılamalar yüzünden özellikle belirli AB üyesi ülkelerde Birliğe katılım hedeflerine karşı benzer bir muhalefetle karşılaştıkları için Polonya'yı Türkiye ile karşılaştırılabiliecek en uygun ülke olarak varsayarak, AB'ye yönelik Polonya'nın uyguladığı ve Türkiye'nin şu anda devam eden kamusal diplomasi faaliyetlerini, Türkiye'nin bu bağlamdaki kamusal diplomasi kampanyalarını nasıl etkin bir şekilde uygulayabileceğine ilişkin ipuçları elde etmek amacıyla karşılaştırmaya çalışmıştır. Çalışmada özet olarak, AB'ye yönelik Polonya ve Türkiye kamusal diplomasi kampanyalarının bazı ortak özelliklere sahip olduğu ve kamusal diplomasi kampanyalarının belirlenmesi ve uygulanmasında sivil toplum örgütlerinin katılımına ve ayrıca kişilerarası ve iki yönlü iletişime, ağ tabanlı ikna paradigmasına ve çağdaş kamusal diplomaside güvenilirliği zayıflatan amaca zararlı birşey olarak sürecin bütününü üstlenme ve mesaj kaynağı olarak aşırı ölçüde görünür olma yerine hükümetlerin hızlandırıcı ve eşgüdüm sağlayıcı rolünü benimsemesine büyük önem veren yeni kamusal diplomasinin temel özelliklerini içerdikleri sonucuna varılmıştır. Çalışmada ayrıca, tıpkı Polonya gibi Türkiye'nin de kamusal diplomasi, ulus markalaştırma ve kültürel diplomasi etkinlikleri arasında sinerji yaratacak bir strateji geliştirmesi; Avrupalıların, Türkiye, Türkler ve Türkiye'nin AB'ye tam üyelik hedefini nasıl gördüklerine ilişkin daha fazla niceliksel veri toplaması; AB üyesi farklı ülkelerde Türkiye üzerine yapılan tartışmanın farklı yönlerini anlamak için daha çok çaba harcaması; ve AB'ye yönelik kamusal diplomasi kampanyasının ayrıca AB üyeliğine desteğin son yıllarda önemli bir ölçüde düştüğü iç kamuoyuna yönelik bir ayağının olmasını sağlaması gerektiği sonuçlarına ulaşılmıştır. Sevindirici bir gelişme olarak, bu noktaların çoğu, AB kamuoyuna yönelik geniş ölçekli bir iletişim stratejisinin ana hatlarını ortaya koyan ve Türkiye'nin AB ile ilgili işlerden sorumlu resmi kurumu tarafından yayınlanan bir belgede vurgulanmış durumdadır. Bununla birlikte, bu stratejinin uygulamada nasıl işleyeceğinin ise görülmesi gerekiyor. Çalışma ayrıca, Türkiye'nin AB'ye tam üyelik hedefini kamusal diplomasi bakış açısından, geniş kampsamlı olarak ve daha faza niceliksel ve niteliksel veri ile desteklenen bir şekilde ele alacak araştırmaların yapılması çağrısında bulunmaktadır.AbstractThroughout its long history, traditional diplomacy has remained a hermetically sealed realm of activity, as the phrase goes, a gated club exclusive to an elite class of diplomats. Foreign policy decisions were taken behind closed doors, and made public if the participants deemed it suitable. However, the dramatic impact of major incidents and changes over the last century from two world wars to the communications revolution and globalization, and democracy gaining prevalence across the world, together have served to transform diplomacy into an activity more exposed to the influence of laypeople, giving public opinion a considerable say in the formation and implementation of foreign policy. Military and economic power lost their privileged position as the key wellsprings of power in international relations, making the legitimacy of a country's policies, along with an attractive culture, values and ideals, equally important. These deep-rooted shifts prompted nation-states to pursue diplomatic strategies paying more attention to how foreign publics perceive their policies and actions, and as a result, public diplomacy, which gives priority to communications-based activities targeting foreign publics so as to woo their support for certain policies, as well as improving dialogue and mutual understanding with them, reducing misperceptions and prejudices, and establishing mutually beneficial long-term relations, has emerged as a key strategic tool for states in the international arena. Along these lines, states pursuing full membership in the European Union (EU), including Poland, which joined the bloc in 2004, have felt a strong need to plan out and put into practice comprehensive public diplomacy campaigns prior to their EU accessions in a bid to defuse misconceptions of their countries, peoples and cultures, thus gaining popular support for their EU aspirations. Currently continuing its accession talks with the EU, which started in 2005, Turkey followed suit in this respect, and engaged in public diplomacy activities to convince Turkey-skeptic public opinions, especially in certain EU member countries, including Germany, France, the Netherlands and Austria, of the merits of its accession to the 27-nation bloc. This paper first reviews in-depth Poland's public diplomacy campaigns towards EU member countries in the early 2000s in advance of its 2004 accession, and then ? positing Poland as the best comparison to Turkey as both have faced similar public opposition to their EU bids, especially in certain EU countries, due to their large populations, economic situations, and misconceptions of their peoples and cultures? seeks to compare Warsaw's and Ankara's (continuing) public diplomacy efforts towards the EU in a search for clues as to how Turkey can ensure effective implementation of its public diplomacy campaigns within this context. In brief, the paper concludes that the Polish and Turkish public diplomacy campaigns towards the EU share some characteristics in common and incorporate the main features of new public diplomacy, which places great stress on the involvement of non-governmental organization in determining and implementing public diplomacy campaigns, as well as person-to-person, two-way communication, the network-based persuasion paradigm, and governments taking the roles of catalyst and coordinator, rather than tackling the entire process and being excessively visible as message originators, something counterproductive in contemporary public diplomacy due to its tendency to undermine reliability. The paper also concludes that just like Poland, Turkey must develop a strategy to foster synergy among public diplomacy, nation-branding and cultural diplomacy activities; gather more quantitative data about how Europeans see Turkey, the Turks, and the country's EU aspirations; work harder to understand the different facets of the debate over Turkey in various EU countries; and make sure that its public diplomacy campaign towards the EU also includes a plank directed at domestic public opinion, where support for the country's EU bid has plummeted in recent years. Fortunately, most of these points have already been highlighted in a document prepared by Turkey's official body dealing with EU affairs that outlines a major communications strategy towards EU audiences; implementation of that strategy, however, remains to be seen. The paper also calls for more comprehensive research on Turkey's EU bid from a public diplomacy point of view, bolstered by more quantitative and qualitative data.