Saka M. C., Gümüş Akay G. (Yürütücü), Mançe Çalışır Ö.
TÜBİTAK Projesi, 2016 - 2016
Şizofreni (Sz), genel populasyonun yaklaşık %1’ni etkileyen ve ciddi yeti yitimine yol açan psikiyatrik bir hastalıktır. Klinik olarak heterojen belirti kümelerinden oluşan ve sıklıkla genç erişkinlik döneminde başlayan Sz’nin etyolojisinde pek çok farklı genetik ve çevresel etmen rol oynamaktadır. Genel populasyonda yaşlanmaya bağlı olarak görülme sıklığı artan obezite, tip 2 diyabetes mellitus, dislipidemi, hipertansiyon ve bu risk etmenlerin sonucuna bağlı olarak gelişen kardiyovasküler hastalıkların Sz’de daha sık ve daha erken yaşta gözlenmesi, ayrıca şizofreni ile erken yaşlanma sendromları arasında bazı klinik örtüşmelerin bulunması, şizofreninin bir erken yaşlanma sendromu olarak değerlendirilmesini gündeme getirmektedir. Hücresel seviyede yaşlanma ile ilgili en önemli moleküler belirteçin telomer boyu olduğu bilinmektedir.
Projemizin temel amacı, Sz’de endofenotip yaklaşımını kullanarak, Sz ve telomer boyu ilişkisini özellikle detaylı klinik ve nöropsikiyatrik veri ile birlikte analiz etmek; hasta, kardeş ve kontrol grubunda telomer boyu ile psikoza yatkınlık arasındaki ilişkiyi değerlendirmektir. Yaşam boyu maruz kalınan psikolojik stresin, Sz hastalarında ve özellikle bu hastalarla benzer genetik ve çevresel faktörleri paylaşan ve hasta bir kardeşe sahip olma nedeni ile genel populasyondan daha fazla strese maruz kaldığı düşünülen Sz kardeşlerinde, telomer boyu üzerine etkisini analiz etmek projemizin ikinci amacıdır. Projemizin üçüncü amacı ise erken yaşlanma ile görülme sıklığı artan bilişsel fonksiyonlarda bozulma, insülin direnci ve diğer metabolik sendrom parametreleri ile telomer boyu arasındaki ilişkiyi hasta, kardeş ve kontrol grubunda analiz etmektir.
Çalışmamızın örneklemi: şizofreni tanılı hastalardan oluşan “hasta grubu” (n=100); bu hastaların şizofeni tanısı almamış kardeşlerinden oluşan “kardeş grubu” (n=100); ile hasta-kardeş ile yaş, cinsiyet ve sosyoekonomik statü bakımından eşleştirilmiş “genel populasyon grubu” (n=100); olacak şekilde seçilecek üç ayrı gruptan ve toplam 300 kişiden oluşacaktır. Telomer boyunun tespiti için aTL qPCR yöntemi kullanılacaktır.
Literatürde Sz hastalarında erken yaşlanmayı telomer boyu temelinde değerlendiren sınırlı sayıda çalışma mevcuttur. Ancak endofenotip yaklaşımının kullanıldığı ve telomer boyunu etkileyen karıştırıcı faktörlerin detaylı bir biçimde değerlendirilmesine olanak sağlayacak şekilde homojen grupların oluşturulduğu çalışma henüz bulunmamaktadır. Yaşam boyu maruz kalınan psikolojik stresin telomer boyunu negatif olarak etkilediği bilinmekle birlikte, Sz hastalarında ve bu hastalarla benzer genetik ve çevresel faktörleri paylaşan birinci derece yakınlarında, psikososyal faktörlerin telomer boyu üzerine etkisini değerlendiren herhangi bir çalışma bulunmamaktadır. Ayrıca hasta bir kardeşe sahip olma nedeni ile genel populasyondan daha fazla psikolojik strese maruz kaldığını düşünülen sağlıklı kardeşlerde telomer boyunun ilk defa değerlendirilecek olması çalışmamızın özgün yönlerini oluşturmaktadır. Şizofreni bir erken yaşlanma sendromudur hipotezi temelinde, ileri yaşla birlikte görülme sıklığı artan T2DM yatkınlığı, bozulmuş lipid profili, artmış kan basıncı, hipertansiyon, obezite ve kognitif işlevlerde gerileme gibi parametrelerle telomer boyu arasındaki ilişkinin Sz hastaları, kardeşleri ve genel populasyon grubunda değerlendirileceği çalışmamızın literatüre bu açıdan özgün katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
Sz hastaları ve birinci derece akrabalarında, telomer disfonksiyonunun rolünün araştırılacağı bu proje sonucunda elde edilecek verilerin literatüre önemli katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Projemizin, alandaki açığı dolduracak ilk basamak çalışma olarak ilerde yapılmasını planladığımız boylamsal çalışmaya ve diğer moleküler mekanizma hipotezli çalışmalara temel oluşturması beklenmektedir. İlave olarak elde edilecek verilerin, özellikle Sz hastalarında önemli bir problem olan artmış mortaliteye sebep olan erken yaşlanmanın moleküler yöntemlerle önceden öngörülmesini ve önleyici yaklaşımların geliştirilmesi yönünde gerçekleştirilecek ileri çalışmalar için bir başlangıç olacağı düşünülmektedir.