Küçük T. B. (Yürütücü), Dursun G., Gökcan M. K., Beton S., Büyükatalay Yaldız Z. Ç., Gökmen M. F.
Yükseköğretim Kurumları Destekli Proje, 2015 - 2017
Larenks kanseri,
ülkemizde erkeklerde en sık görülen 6. kanser türü olup Sağlık Bakanlığı 2014
Yılı İstatistiklerinde Türkiye’de insidansı erkeklerde 100.000’de 8,1;
kadınlarda 100.000’de 0,4 saptanmıştır. Larenks kanserinde tedavi cerrahi veya
radyoterapi ile yapılmaktadır. Erken evre larenks kanseri uygun tedavi
yapıldığında iyileşme şansı çok yüksek bir malignitedir. Erken evre tümörlerde
cerrahi ile organın fonksiyonlarını koruyarak tümörün tamamen rezeksiyonu
genellikle mümkün olduğundan cerrahi tedavi önceliklidir.
Larenks kanseri
tedavisinde cerrahi olarak ilk defa 1873 yılında Billroth tarafından total
larenjektomi yapılmıştır. Larenksin embriyolojik gelişiminin, cerrahi
anatomisinin ve larenks kanseri biyolojik davranışlarının daha iyi anlaşılması
ile 1960’lı yıllarda larenks fonksiyonlarını korumaya yönelik larenks
konservasyon cerrahisi yöntemleri geliştirilmiştir. Tarihsel olarak
konservasyon larenks cerrahisi ameliyat kayıtlarından bildiğimiz kadarı ile
ülkemizde ilk olarak kliniğimizde 1957 yılından beri uygulanmaktadır.
Gelişen teknoloji ile
1972 yılında Strong ve Jako tarafından CO2 lazer ile operasyon mikroskopu
eşliğinde larenks cerrahisi uygulanır hale gelmiştir. Strong, erken evre T1
larenks kanserli 11 hastayı CO2 lazer ile başarılı olarak tedavi etmiştir.
Avrupa’da ise ilk olarak 1979 yılında Burian ve ark. glottik lazer
larenjektomiyi uygulamışlardır. Supraglottik tümorlerde CO2 lazer ise ilk
olarak 1978 yılında Vaughen tarafından uygulanmıştır.
Transoral lazer
cerrahisi, larenks kanserinde eksternal cerrahilere alternatif olarak
kullanılan, endoskopik yolla uygulanan bir yöntemdir. Tümör endoskopik olarak
ortaya koyulduktan sonra, lazer ile kesici veya koagüle edici yöntemlerle
rezeke edilir ve eksizyon bölgesi açık olarak ikincil iyileşmeye bırakılır.
Transoral lazer cerrahisinin geleneksel açık cerrahiye göre avantajları vardır.
Bunlar; trakeotomi gereksiniminin düşük olması, faringokütanöz fistül riskinin
olmaması, operasyon sonrası yutma sürelerinin kısa olması, aspirasyon pnömonisi
riskinin az olması, postoperatif morbiditesinin daha az olması gibi düşük
komplikasyon riskleri ve kısa hospitalizasyon süreleri olarak gösterilebilir.
Transoral lazer cerrahisi endikasyonları açık konservasyon cerrahisi ile benzerlik gösterir. Transoral lazer cerrahisi endikasyonu erken larengeal tümörlerden, üst havayolu ve sindirim yolu tümörlerinin tüm tiplerine kadar genişlemektedir. Günümüzde, transoral lazer cerrahisi üst havayolu ve sindirim sistemi üst kısmı tümörlerinin ideal başlangıç tedavisi olarak kabul edilmektedir. Transoral lazer cerrahisi erken ve seçilmiş ileri evre tümörlerin tedavisinde artarak; primer RT ve açık cerrahi tekniklerin yerini almaktadır. Kliniğimizde yapılan bir uzmanlık tezi araştırmasında, 2000-2010 yılları arasında transoral lazer cerrahisi yapılan 62 hastada ortalama 26 aylık takipte %91.8 toplam sağ kalım ve %96.8 hastalığa özgü sağ kalım oranları ve % 91.9 larenks korunması oranı ile onkolojik olarak etkin bir yöntem olduğu izlenmiştir.
Güvenli onkolojik
sınırlar ve kabul edilir fonksiyonel sonuçlar için hastaları iyi değerlendirmek
gerekir. Tümör endoskopik olarak tam görülebilmelidir. Trismus, boynun yetersiz
ekstansiyonu, büyük dil kökü, uygunsuz diş yapısı ve endoskobun yerleşmesini engelleyen
diğer anatomik faktörler larenksin ekspozisyonunu engelleyebilir. Larinksin
elle manipulasyonu ile ekspozisyonun artırılması gibi yöntemler denenmiş ve
uygulanmışsa da tümörün sınırlarının koyulması zorlaştığından dolayı operasyon
süresi artmakta buna bağlı riskler ortaya çıkmaktadır. Fleksible fiberoptik
sisteme sahip iki kanallı karbondioksit lazer cihazı ile lazerin mercek ve
aynalar yardımıyla direkt olarak görmediği yerlere ulaşılarak diseksiyon
kolaylaşacak ve operasyon süresi ile sürenin uzunluğuna bağlı gelişen
morbiditelerde de azalma oluşacaktır.